"ETİ SENİN, KEMİĞİ BENİM"
20 Eylül 2016 08:51:42
Bugün 2016-2017 eğitim öğretim yılının ilk ders zili çaldı. Türkiye'de eğitim öğretimin evriminin tarihi, aynı zamanda devlet ve vatandaş ilişkisinin evriminin tarihi olarak da okunabilir.
Babalarımızın ilkokul anılarından anlaşılan o ki, Millet mektepleri ile başlayan süreçte, tüm toplumun okuryazar olması hedefi yolunda okul idaresi ve öğretmen, özellikle Anadolu'nun ücra köşelerinde devletin yüzünü temsil etmiştir. O yüzün fazla matah olmadığını söyleyen olursa ciddiye almakta yarar olduğu söylenebilir.
Yaklaşık yirmi yıl önce hayli ileri yaşta vefat eden bir tanıdığın askerliği esnasında çavuşundan yediği sopalardan gına gelerek firar ettiği anlatılırdı. Bu kişi, 1940'lı yıllarda EKİ'de mükellef olarak göreve çağrılmış, ocaktaki üretim çavuşundan yediği sopalar nedeniyle oradan da kaçmış. Jandarma teşkilatının eline geçmemek için uzun süre ormanda sadece yakınlarının bildiği yerlerde yaşamını sürdürmüş, çıkan bir afla köyüne dönmüş.
Yani, her alanda 'Dayak cennetten çıkmadır' özdeyişinin hakim olduğu bu yıllarda eğitim öğretim, köy enstitüleri veya öğretmen okulları mezunu idealist öğretmenler tarafından verildiğinden, mektebe gelen öğrencilerin yediği sopaların bu tanıdığın mükellefte veya asker ocağında yediği sopalardan farklı olmadığına emin olabilirsiniz. Babalarımızın ilkokul dönemi, aynı zamanda okulun ısınmasını sağlamak için siyah önlükleriyle, komşu köyde bulunan mektebe sırtlarında odun taşıdığı, odunun miktarının bile gelen odunlar kullanılarak sorgulandığı bir dönemdi.
Mesele sadece tek parti yönetimi dönemiyle de ilgili değildi. Nispeten yakın tarih olan 1970'li yıllarda veliler çocuklarını öğretmene "Eti senin kemiği benim" diyerek emanet ederdi.
Beyaz yaka, siyah önlük, gıslavet lastik ayakkabıların dönemi olan bu yıllarda, cumartesi günleri öğlene kadar eğitim verilirdi. Okullarda bit kontrolü, tırnak kontrolü, saç kontrolü, mendil kontrolü, çorap kontrolü (yamalı olmasında bir beis yoktu, kirli veya delik çorap giymek yasaktı) gibi kontrollere, ödev kontrolü, çanta kontrolü, ezber sınavları gibi bugün artık tarih olan kontroller de eklenirdi. E haliyle bu kadar çok kontrolün olduğu yerlerde kontrollerin hepsinden geçmek mümkün değildi. Kontrolde eksik kalmanın cezası ise tokat, tekme, sopa veya eğitim öğretim araçlarından cetvelin kullanıldığı dayaklardı.
Hayat Bilgisi dersinde, Osmanlı dönemindeki eğitim ile modern eğitim karşılaştırılırken öğrencilerin anlamasının mümkün olmadığı bir pasaj vardı. Eski eğitim sisteminde öğrenciler yerde oturuyor, medrese, mektep hocaları ellerindeki uzun sopalarla sorulan soruyu bilemeyen öğrencilerin kafasına vuruyordu. Bu pasaja göre yeni okullarda dayak falan yoktu ama öğretmenler, öğrenciler, hatta veliler bunun gerçeği yansıtmadığını pekala bilirdi.
En uslu başlısı haftada bir kez sopa yiyen modern okulların öğrencileri için bu pasajın anlamsızlığı bir yerden sonra dikkat çekmiş olmalı. Pasaj kaldırıldı mı, kaldırılmadı mı önemli değil. Bugün okullarımızdan dayak olgusunun büyük oranda kalktığını, böylece pasajın gerçeğe dönüştüğünü gözlemleyebiliyoruz. Öyle ki, kimi zaman medyaya yansıyan öğrencilerin yediği dayak haberleri, toplum tarafından infialle karşılanıyor.
Denilebilir ki, dayak vardı ama o günlerde eğitim de başkaydı. Kalite yüksekti. İlgisi yok. Eğitimin genel seviyesi, son elli yıllık dönemde her geçen yıl biraz daha yükseldi. Okuma yazma, dört işlem gibi temel bilgiler, o günlere göre çok daha erken dönemlerde öğrenilebiliyor artık. Bu da pedagoji ilminin her geçen gün atadan kalma kızılcık sopasının yerini aldığının bir göstergesi.
Ancak kaygı verici gelişmeler de var. Elli yıl önce öğretmenlerin aidiyet önceliği öncelikle devleteydi. Öğretmenler güzel bir geleceğe kendi meşreplerince inanan kişilerdi. Köy okulu öğrencilerin neredeyse tamamı büyüyünce öğretmen olmak isterdi. Öğretmenin doğruluğu tartışma götürmezdi.
Son otuz yılda öğretmenliğin idealist hedeflerden başka arayışlara yöneldiği, 15 temmuz soruşturmalarının ardından iyice ortaya çıktı. Sadece FETÖ de değil, terör örgütlerine destek verdiği öne sürülerek açığa almalar da yaşandı. Bu durum, öğretmenlik mesleğinin devletle ilişkisinin de olumsuz anlamda evrildiğini gözler önüne seriyor.
Negatif görünümlü bir başka eğilim ise, eğitimin her aşamasında birlikte iş görmeyi öğretmemiz gereken çocukları birbiriyle yarışmaya mecbur bırakan sınav odaklı eğitim sistemine yöneliştir. Bizde birliktelik kavramının içinin bu kadar boş olmasının nedenlerinden biri belki de budur.
Kendi çocukluğunun, eğitiminin daha sonraki nesillerden iyi olduğu iddiası, egosentrisizmin tuzaklarından biri. Eğitim ortamında her ne kadar sorunlar devam ediyor olsa da, pozitif gelişmelerin diğerlerine oranla daha baskın olduğunu, bugünkü çocuk ve gençlerin de orta yaşlara merdiven dayayanların çocukluğunda olduğundan daha fazla saygıyı hak ettiğini düşünmüşümdür hep... Bu onları yetiştiren eğitim ordusunun neferleri için de geçerlidir...
2016-17 Eğitim Öğretim yılının tüm öğrencilerimize, öğretmenlerimize, velilerimize, bölgemiz ve vatanımıza hayırlı olmasını, başarılar getirmesini diliyorum.
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com