DAMDAN DÜŞENİN HALİNİ KİM ANLAR?
17 Agustos 2017 11:46:34
Nasrettin Hoca damdan düşmüş, komşusu "Halin nicedir?" demiş. Hoca, "Bana damdan düşmüş birini getirin" demiş. "niye ki?" diye sormuşlar. "Damdan düşenin halini damdan düşen anlar" diye cevaplamış.
Gerçekten de insanoğlu gözünün önünde olmayanı anında unutuveren küçük bir çocuktan başkası değil gibi... Zira nice felaketler yaşanır, herkes bir yerden medet umar, en fazla sıkıntıyı kendisinin çektiğini söyler ama işler normale döndü mü gelecekteki başka bir felaket için önlemler almak unutulur gider.
Hafıza-ı Beşer Nisyan İle Maluldur/İnsanoğlunun hafızasının hastalığı unutmaktır, özdeyişinde olduğu gibi mesele sırf unutkanlık da olabilir ama kimi zaman en vahim durumlarda bile unutkanlık, çıkar ilişkileri ve kötüniyetle akraba da olabiliyor.
17 Ağustos 1999 depreminin yaşandığı günlerde, İzmit'in haritadan silindiği, yirmi bine yakın insanın öldüğü söylendi. Ulusal yas ilan edildi, çifte vergilendirmeler yapıldı. O günlerde yapılanlar ister istemez pansuman tedbirlerdi.
Asıl alınması gereken tedbirler yapı stoğunun kontrolü ve imara açılan alanlarda yapılaşma izinlerinin verilmesinin bağlandığı kriterlerin revize edilmesi mecburiyetiydi.
Oldu mu dersiniz?
***
Olmadı... Çünkü hakikaten damdan düşenin halini damdan düşen anlıyor.
Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği'nin 17 Ağustos nedeniyle yayınladığı bildiride çarpıcı tespitler var. Örnek verelim:
"Konut, yer seçiminden planlamaya, projelendirmeden programlamaya, inşadan denetlemeye uzanan ve bir bütünlük taşıması gereken yapı üretim sürecinin bir ürünüdür. Bu nedenle süreç bir bütün olarak ele alınmalı ve öldürenin deprem değil bilim ve tekniği yok sayan, günübirlik çıkar odaklı ve ranta dayalı "bozuk yapı üretim süreci" olduğu gerçeği görülmelidir. Depremle birlikte ortaya çıkan can ve mal kayıplarını"kadere"bağlamak,her afetten sonra günü kurtarma anlayışı ile yapılan açıklama ve çalışmalar deprem gerçeğini anlamamanın ötesinde insan hayatı ile kumar oynamanın örnekleri olarak değerlendirilmelidir."
Devam ediyor....
" Neoliberal politikaların bir parçası olarak uygulamaya konulan kentsel dönüşüm 2012 yılında, halkımızın güvenli ve sağlıklı konutlarda yaşamasını temin etme söylemleriyle çıkarılmıştır. 6306 sayılı "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun" kısaca "kentsel dönüşüm" yasası bir yandan YIK-YAP anlayışı ile yeni sorun yumakları oluşturuyor diğer yandan kanunda sayılan özelliklerde dahi olmayan alanlar Bakanlar Kurulu kararı ile riskli alan ilan edilip yapılaşmaya açılıyor. Bunun yanında neoliberalizmin sonucu olarak iktidarın kentlere dönük saldırısı kentsel değerlerin ve kamusal alanların sermayeye teslim edilmesi, kent merkezlerinin rant projelerine ayrılması, doğal kaynaklar, orman arazileri, kamu ve halka ait arazi ve mülkler ile deprem toplanma arazilerikentsel dönüşüm adı altında yağmalanarak rant eksenli politikalarla sürmektedir."
Devam ediyor:
"Kentlerimizde bulunan apartmandan bozma okul, sağlık tesisi, kreş, yurt ve benzeri yapılar varlıklarını sürdürüyor. Kamu kurumlarına bağlı okulların, yurtların, kreşlerin, hastanelerin tam sayısı, kaç tanesinin yıkılıp yeniden yapıldığı, kaçının güçlendirilmesi gerektiği, kaçının projelendirildiği, kaç işin bitirildiğine ilişkin bilgilere ulaşmak çok kolay olmuyor. Bütünlüklü bir planlama yerine parçacı bir anlayışla yapılar yıkılıp yeniden yapılıyor. Kentlerimiz konut inşaa projelerinin birer "arazisi" haline dönüştürülürken, insana, tarihe, doğal çevreye dair ne varsa yok ediliyor. Ormanlarımız ve su havzalarımız büyük ölçüde zarar görüyor, toprağın drenaj sistemi bozuluyor. Yağan yağmur suyunu alacak toprak dahi kalmıyor."
Devam ediyor:
"Nerede ise her gün ülkemizin bir yerinde bir deprem yaşıyoruz. Buna karşın planların gereklilikleri yerine getirilmiyor, yapı üretim süreci Ülke ve halkın ihtiyaçları gözetilerek değil, konut inşaasını ekonominin anahtarı olarak gören bir anlayışla, rant yaratmaya yönelik olarak işliyor. Bilim ve tekniğin yok sayıldığı bir ortamda ticari kaygı teknik kaygının önüne geçiyor. Bilgi ve beceriye dayalı yöneticilerin yerini şirket ve cemaat ilişkileri alıyor. Üniversiteler, meslek odaları sürecin dışına itiliyor. Bilimin, tekniğin ve insan yaşamının dikkate alındığı bir kentleşme ve yapılaşma yerine, kişi ve grupların çıkarlarına dayalı bir yapılaşma anlayışı kentlerimizi yaşanmaz bir hale getiriyor."
Belki de Nasrettin Hoca'nın tabiriyle "Damdan düşenin halini damdan düşenin anlaması" gibi, deprem meselesini de ancak depremi yaşamış olanların anlayacağını teslim etmemiz gerek.
Yoksa daha çok dizimizi döveceğiz.
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com