HAFTADAN KALANLAR...
14 Kasim 2016 08:49:47
Bir hafta dediğin yedi gün, yüz altmış sekiz saat... Kaç dakika, kaç saniye olduğunu varın siz hesaplayın. Gerçek şu ki, dakika ve saniyeler, bir kum saatinin içindeki kumların her biri gibi hayatımızdan birer birer dökülüyor. Yine de öyle olaylar var ki iz bırakıyor.
Geçtiğimiz haftanın gündemi, hafta sonundan kalan haberlerle belirlendi. CHP Zonguldak Milletvekili Ünal Demirtaş, OHAL uygulamalarının giderek baskı aracına dönüşmesine yönelik eleştiriler getirdi. Kulakları tıkamakla sesleri ortadan kaldıramadığınız gibi, anlamaya çalışmadıkça eleştirilerin altındaki gerçeği göremezsiniz. Dahası gerçekten eleştirilerin dayandığı haklı noktalar varsa, eleştirileri susturmakla problemi çözeceğini düşünmek gafletin ta kendisidir.
Elbette hükümet ve iktidar partisi temsilcileri bu konularda kendi yaklaşımlarını getiriyor. Demirtaş'ın eleştirilerinin üstünden bir gün geçmeden ilçeye gelen Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, bazı belediyelerin çalışanların maaşlarına varıncaya kadar terör örgütlerine gönderdiğini söyledi. Doğruysa artık burada eleştirecek bir şey yok. Burada kolluk ve hukuk kurumları görevini ve gereğini yapmalı. Zira eğer herhangi bir terör örgütüne finansman sağlayan bir kamu kuruluşu varsa, yakalandığında kendini demokrasiyle savunmasını hoş karşılamamak gerekir.
Bakan Özhaseki'nin Ereğli'de proje ve finansman desteği vereceğini söylediği projeler gerçekten ilçe için önemli. Yıllarca vahşi çöp depolama alanı olarak kullanılan alanın rehabilitasyonu ve yeniden ilçeye kazandırılması gerekiyor. Ayrıca bugüne dek derin deniz deşarjı yöntemiyle bertaraf edilen atık sular için bir arıtma tesisi kurulması konusunda çalışmalar süratle başlamalı. Bakan desteği varken bu işler daha kolay olacaktır. Başlamazsa, beceriksizliğin faturası elbette sahibini bulacaktır.
SARIKAMIŞ-UZUN MEHMET
Geçtiğimiz hafta, Ereğli Halkı ve Protokol önemli anma törenlerinde bir araya geldi. Bunlardan ilki 1915 yılında Sarıkamış'a asker, silah, mühimmat ve çeşitli malzemeler götüren üç geminin Kandilli açıklarında batırılmasının yıldönümüydü. Kan, gözyaşı, alın teri ve isimsiz kahramanların yaşamları pahasına kurulan bir ülkede yaşıyoruz. Hiç değilse öldükleri yere bir çelenk bırakmak, ölüm yıldönümlerinde onları anmak, bir hiç uğruna ölmediklerini söylemek... Çok daha fazlasını hak ediyorlar ama sahildeki o anıtta isimleri yazılı olan bu kahramanları anmak, önemli bir mesafedir.
Daha sonra Taşkömürünün bulunuşunun yıldönümü dolayısıyla Uzun Mehmet'i andık. Bazıları, Uzun Mehmet'in gerçek bir kişi değil, Cumhuriyetin ilk yıllarında önemli olayları millileştirme projesinin bir parçası olarak icat edilmiş bir ikon olduğunu savunuyor. Esasında bu mümkün olabilirdi. Ancak Uydurma Uzun Mehmet teorisi, Kestaneci Mahallesinde babaları, dedeleri Uzun Mehmet'in nesebi olduğu için devletten maaş alanlar bulunduğu gerçeğini açıklamakta yetersiz kalıyor. Kaldı ki, bu maaşı alanların çocukları bugün bile Kestaneci Mahallesi'nde tespit edilebiliyor deniyor.
ATATÜRK
Sonra Büyük Önder Atatürk'ün ölüm yıldönümü dolayısıyla anıt önüne indik. Yunus Nadi'nin 1920'de yazıp, 1924'te yayınladığı bir röportaj okudum bu arada. Nadi, Atatürk'e doğuda kongreler, mebuslar falan diye uğraşacağına gelip ordunun başına geçmesini önerince Atatürk, "Sivas'ta veya şurada burada oturarak zaman geçireceğime -sanki buralarda boşuna zaman geçiriyormuşum gibi- gideymişim de o cephelerin başına geçeymişim. Basit bir gözlem ve anlayış. Bu görüş açısına hak verdirebilir. Fakat benim oraya gitmekte hiç acelem yoktur ve o cephelerin hayır ve selameti için acelem yoktur. Mustafa Kemal Paşa, Demirci Mehmet Efe olamaz Nadi Bey. Bunu böyle söylemekle oradaki arkadaşların kadir ve kıymetlerine halel getirmek istemem. Bilakis onlar çok iyi adamlardır ve vatan için işte fedakârca mücadele ediyorlar. İlkeleri belirtmişizdir. Milletin bağımsızlığını, vatanın son kaya parçası üzerinde savunacağız veya eğer kaderde varsa öleceğiz. Fakat eminiz ki ölmeyeceğiz ve vatanı kurtaracağız" diyor.
Büyük Önder, meclisin önemini vurgularken de, "Özetle bu millet bu kurtuluş mücadelesinde bütün vaziyeti bütün açıklığıyla gördükten sonra durumuna göre en salim, en makul ve en yüksek kararları verecek ve bence muhakkaktır ki, o bu konulardaki kararlarında seni ve beni geçecektir. Ben bu konudan emin olarak işlerimize bakalım derim. Önce Meclis sonra ordu Nadi Bey, orduyu yapacak millet ve ona vekâleten Meclis'tir. Çünkü ordu demek. Yüz binlerce insan, sonra milyonlarca ve milyonlarca para demektir. Buna iki üç kişi karar veremez. Bunu ancak milletin kararı ve onayı meydana çıkarabilir ve bir kere oluşturulduktan sonra milletin hayat ve varlığına aykırı olan zulüm ve baskıların tümünü yok etmeye muktedir olmak yalnız teori olarak değil fiilen de kazanmış oluruz" ifadelerini kullanıyor.
Kurtuluş Savaşı'nı Mustafa Kemal mi kazandı diyenlere verilecek cevap, onu doğru kullanacak stratejik zeka olmayınca, binlerce vatan evladının boş yere ölebileceğidir. Düşmana kurşun sıkarken tetiği çeken Mehmetçik'ti ama silahın namlusunu doğru yöne çevirip, ateş etmek için en doğru zamanı ayarlayan kişi Mustafa Kemal'di.
Bunu hiç unutmayın...
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com