İNÖNÜ MAĞARASI…
02 Agustos 2019 08:00:27
Karadeniz Ereğli’ye bağlı Alacabük köyünde—ki Çaylıoğlu’nu geçtikten hemen sonrası oluyor—İnönü Mağarası’nda altı bin beş yüz yıl öncesine tarihlenen bir yerleşimin kalıntıları bulundu. İlçenin efsanevi argonatlar dönemine, yani dört bin beş yüz yıl öncesine tarihlenen geçmişi, bir hokus pokusla iki bin yıllık bir derinlik daha kazandı.
Kazıları, Bülent Ecevit Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Doktor Öğretim Üyesi Hamza Ekmen başkanlığında 25 kişilik bir ekip yürütüyor. Kazılar, Ereğli Belediyesi tarafından destekleniyor. Ekmen “Ereğli belediyesi olmasa, yirmi yıl geride kalmış olacaktık” diyerek bu desteğin önemine dikkat çekiyor.
Ekmen, genç, heyecanlı bir araştırmacı. Ne sorarsanız sorun, sabırla, heyecanla, hevesle anlatıyor. Özellikle Millattan önce dört bin beş yüz yıl öncesine tarihlenen, eşi az bulunan, bir yapının temeli olduğu anlaşılan ahşap kalıntılarına dikkat çekiyor. Buluntular arasında kirman, dokuma tezgahı parçaları, çeşitli tohumlar, el aletleri, taş ve bronzdan yapılmış çeşitli amaçlarda kullanılan bıçak parçaları, bir çömlek fırınının müştemilatı olduğu anlaşılan nesneler var.
Muhayyile binlerce yılı rüzgarın önünde savrulur gibi aşıyor ve o çömlek fırınının halen kullanıldığı, büyük bölümü aradan geçen uzun, çok uzun yılların sisleri arasında yitip giden kalıntılara, canlı insan ellerinin değdiği altı bin beş yüz yıl öncesine gidiyor. Dile kolay, daha Türkler erguvan doğu’dan yağız atlar üzerinde, ellerinde çifte kavisli kısa binici yayları, bellerinde pusatları, eyerlerinde erzak torbaları, gerilerinde büyük ikmal katarlarıyla gelmeden önce burada yaşamış olan Ereğlililerden söz ediyoruz. Yazılı tarihin başlamasına üç bin beş yüz yıl kala kendi teknolojilerini—ki o dönem için hayli ileri bir teknoloji olduğu anlaşılıyor—kullanan insanlar.
Ekmen anlatıyor, tesbih taneleri gibi arka arkaya dizilen bilgileri bir araya toplamaya çalışıyoruz. Nasıl bir toplum diye geliyor akla… Ekmen, “Tarım toplumu, yılın tamamında burada yaşıyorlar mıydı, yoksa ana konakları burasıydı da arada ovaya iniyorlar mıydı tartışmaya devam ediyoruz” diyor. İnsanın havsalası, bir çömlek fırını kuracak kadar bir yeri benimsemiş insanların mutlaka yerleşik yaşama geçmiş olması gerektiği dışında bir seçeneği almıyor nedense… Kirman parçaları olduğuna göre, avcı toplayıcı değiller ve kumaş dokumayı biliyorlar. Tohumlar, bereket tanrıçası heykelleri o erken dönem Tunç çağı insanlarının tarımla iştigal ettiğini söylüyor. Bereket tanrıçası figürü aynı zamanda kendilerince ritüelleri ve inançları olduğunun da kanıtı…
Çeşitli büyüklükte delikleri bulunan eleklerde kalıntı arayan arkeoloji öğrencilerine takılıyoruz: Üniversite öğrencisi olmayı hayal ederken, çamurun içinde kırık çömlek parçaları arayacakları akıllarına gelir miydi; yok diyorlar, bu işi sevmeyen yapamaz. Köşesinde durmak, masa başı iş bulmak isteyen insanın yapabileceği iş değil… Tutkuyla çalışıyorlar. Neden insan hiç tanımadığı insanların tohum koyduğu çömlek parçasının kulbunu bulacağım diye bir ömür adar, bu nasıl bir takıntı halidir diye geliyor akla. Eğer olabilecek en modern koşullarda yemeğini yemek, işini yapmak, gezmek tozmak isteyen ortalama insana kalmış olsa, muhtemelen tarihin büyük bölümü henüz yazılmamış olurdu. Özellikle de ilkçağ tarihinin.
Ekmen, orta Anadolu’da, Yazılıkaya bölgesindeki buluntularda sözü edilen bir akıncı grubunun burada izlerinin bulunduğunu düşünüyor ama şüphe bu fikrin hemen peşinde. Akıncı gruplarının sabit bir üssü olduğunu düşünmek için nasıl bir gerekçe bulabilirsiniz? Savaşçı bir topluluk halinde örgütlenmiş bir toplumun, yağmada ele geçirebileceği çanak çömleği imal etmesi de akla yakın görünmüyor.
Hem bugünü geçmişe bakarak anlarız, geleceğe bakarak yaşarız değil mi? Bugün dediğiniz şey geçmiş ve geleceğin bir araya geldiği bir kavşak noktasından başka nedir? Eğer geçmişe yeterince dikkatle bakarsanız, geleceği enikonu belirgin şekilde görebilirsiniz ki falcılık dediğiniz şey, zaman ve mekana bağlı olmayan birtakım gaip varlıklarının fanilere bildirmesinden ziyade, geçmişe dikkatle bakmayı bilen insanlar tarafından yapılır. Ona bilim diyoruz.
Bu şuna benziyor: Durgun, berrak bir suya bakıyorsunuz. Suyun dibinde geçmiş var, başınızın hemen arkasında da geleceği temsil eden gökyüzü. Suya baktığınızda dibindeki çakıl tanelerini hafiften bulanık, dalgalı bir şekilde görebilirsiniz. Bu konuda gözleriniz size yol gösterir. Fakat gün ışığı altında olsun, yıldızlı bir gecede olsun, yüzeyden gözlerinizin görmediği bir gökyüzü parçasının yansımasını da görebilirsiniz. Bu da belirsiz ve dalgalıdır ama nasıl bakacağınızı bilirseniz gökyüzündeki bulutları resmini çizebilecek kadar net olarak algılarsınız. Aynı şekilde geçmişe nasıl bakacağınızı bilirseniz, geleceği de görebilir, ona göre bir ömür kurgusu yapabilirsiniz.
Gerek Ekmen, gerekse Ereğli Belediye Başkanı konuşurken, aradaki suskunluk anlarında geçiyor akıldan. Posbıyık bunun Turizm açısından önemli olduğunu söylüyor. “Asıl Ereğlililik kimliği bakımından önemli” diye bir itiraz geçiyor insanın içinden. Hem de altı bin beş yüz yıl önceki bir an değil söz konusu olan. Beş katlı kazının en altı bu döneme tarihleniyor ama katmanlar yükseldikçe yükseliyor, en üstte aralarında bir haç olduğu anlaşılan kalıntı, erken dönem Hıristiyanlarının bu bölgedeki dağılışının Cehennemağzı ve Acheron vadisiyle sınırlı olmadığını gösteriyor.
Dönüşte şakalaşıyoruz. Kalıntıların bizim gazeteciler derneği başkanının ilk seçildiği dönemden kalma olduğuna ilişkin espri gülüşmelere yol açıyor. Gezinin hemen arkasından katılmak gereken bir basın toplantısı yapılacağından, geziye katılanlar arasında—aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu bazı kişiler—gecikme stresi içine girenler oluyor. Sonraki basın toplantısında akıl İnönü mağarasından çıkıp da iki bin on dokuz yılının son Temmuz gününe dönmekte zorlanıyor.
Bizim meslek kimi zaman tarihte önemli anlara tanık olma şansı verir. Bu genelde bugünün geleceği etkileme potansiyeli olan işleriyle ilgili bir şanstır ama burada başka hiçbir güncel tarih dönüşümü ile kıyas kabul etmeyecek farklı bir şey var. Defineci hasarları da var mağarada. Nasıl oluyor da defineciler tarihi kalıntı ihtimali olan yerleri devletten, üniversitelerden, bilim adamlarından önce bulabiliyor diye geliyor insanın aklına. Demek ki bilim adamları da kadim kalıntıları yağmalamak için fersah fersah dolanan defineciler kadar acar değiller.
Neyse, her şeyden önce büyük keyif aldığımız bir gün yaşadık, kendimizden çok daha büyük bir şeyin doğumuna tanıklık etme fırsatı bulduk. Bize bu keyfi yaşatan Bülent Ecevit Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne, kazı ekibine ve onları destekleyen Karadeniz Ereğli Belediyesi’ne teşekkür etmek boynumuzun borcudur.
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com