GÜNÜMÜZDE HZ. PEYGAMBER(SAV)’İN SÜNNETİ KONUSUNDA OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILAN TEREDDÜTLER
Günümüzde Hz. Peygamber(SAV)’in Sünneti Konusunda Oluşturulmaya Çalışılan Tereddütler
Ayet: “ Kim peygambere itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa Suresi, 80)
Hadis: “Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur; bana isyan eden de Allah'a karşı gelmiş olur.”(İbn Mace, Mukaddime, 3)
Kullarını kendisine ibadet etsinler diye yaratan ve bu dünyada hangilerinin daha güzel işler yapacağı konusunda imtihan etmek için hayat hakkı tanıyan, mühlet veren ve ecel takdir edip süresi dolanı vefat ettiren Rabbimiz, bize doğru yolu gösteren bir kitap indirmiş ve rehberlik eden bir peygamber göndermiştir. Kitabımız Kur’an ve rehberimiz de Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetidir.
İslam’ın iki ana kaynağı olan Kur’an ve Sünnet, aynı vasıtayla yani Ashab-ı Kiram’ın ve sonraki nesillerin gayretleriyle korunarak günümüze kadar gelmiştir. Bu yüzden İslam Uleması da vahyi:
“O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir." (Necm-2-3) ayetlerine dayanarak ikiye ayırmışlardır.
- Vahy-i Metluv: Kur’an-ı Kerim: Allah (cc.) tarafından Cebrail (as.) vasıtasıyla Peygamber Efendimiz (sav.)’e indirilen ayetlerden müteşekkil, okunması ibadet olan, elimizdeki Mushaflarda yazılı bulunan mucize kelamın adıdır.
- Vahy-i Gayr-i Metluv: Sünnet-i Nebî: Peygamber Efendimiz (sav.)’den Kur’an ayetleri dışında sâdır olan (din ile alakalı) her şeydir.
İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (as) şunu söylemiştir: “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetce asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlünün sünneti.” (Muvatta, Kader, 3, (II, 899))
Bugün inşallah sünnetin dindeki yeri ve günümüzde sünnet konusunda oluşturulmaya çalışılan tereddütler üzerinde duracağız.
Sünnet’in Sözlük ve Terim Anlamı
Arapça olan sünnet kelimesinin sözlük anlamı, “Takip edilen yol, gidişat, tabiat, âdet” anlamlarına gelir.(İbn-i Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâr Sâdır, Beyrut, 1414h, XIII/225-227)
Istılahta ise sünnet: “Peygamber Efendimiz (sav)’in sözleri, fiilleri, yaşayış tarzı, takrirlerinin ve sıfatlarının tümüne verilen isimdir.”(Mustafa es-Sıbâî, es-Sünnetü ve Mekânetühâ fi’t-Teşrîi’l-İslâmî, Beyrut, 2010, s.233)
Takrir: “Efendimiz (sav)’in bir olayın yapıldığını gördüğü ya da işittiği halde tasdik ve tasvib ettiğini açıkça beyan etmesi ya da sükût ederek onaylaması”(A.g.e. s27 ) demektir.
Hadis kavramı da, “sünnet malzemesinin yazı ile tesbit edilmiş metinleri” anlamında kullanılmaktadır.( İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, İstanbul, 1998, s26)
Bir dinin peygamber olmadan insanlara ulaştırılması, anlaşılması mümkün değildir. Hz. Peygamber olmadan da İslâm dininin doğru bir şekilde insanlığa aktarılmasını düşünmek fevkalade yanlıştır. Çünkü İslâm sadece Kur'an'dan ibaret değildir, Peygamberimiz (sav)’in şahsında açıklanmış, hayata geçirilmiş ve bizzat onun öncülüğünde kurumlaşmış bir dindir. Allah'ın Rasulü, bir taraftan Kur'an'ı tebliğ etmiş, bir taraftan onu açıklamış ve uygulamaya koymuş, diğer taraftan da, Kur'an'ın değinmediği konularda tamamlayıcı rol üstlenmiştir. Bu açıdan, Hz. Peygamber'in ve dolayısıyla sünnetin dinde önemli bir yeri vardır. Onun bu konumu, Kur'an'da çeşitli açılardan dile getirilmiştir
Sünnet’in Dindeki Yeri ve Önemi
Rabbimiz bizlere Peygamberimiz (sav)’i örnek almamızı öğütlemektedir.
“Muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve Ahiret Günü’ne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için.”(Ahzab, 33/21)
Rasulullah’ı örnek almak onun sünnetine uygun yaşamakla mümkündür ve O’nu örnek alıp sünnetine uyanları Hz. Peygamber (sav), şu ayet-i kerimenin işaret ettiği üzere, doğru yola ulaştırır:
"Muhakkak sen (Allah'ın) dosdoğru yoluna (hidayete) iletirsin."(Şura, 42/52)
Peygamber Efendimiz (sav)’e: “Ey Allah’ın Rasulu iman nedir? diye sorulmuş. Bunun üzerine Efendimiz (sav): “Bir tek Allah’tan başka ilah bulunmadığına, O’nun eşinin ve ortağının bulunmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek, Allah ve Peygamberinin sana her şeyden daha sevimli olmasıdır.”(Müsned, IV, 11) buyurmuştur
Allah’ı ve Rasûlünü sevmek imanın gereğidir. Hz. Muhammed (sav)’e itaat etmek, dolayısıyla sünnete uymak, Allah (cc)’ı sevmenin bir sonucudur. Çünkü Allah (cc) kendisini sevmemizi Hz. Peygamber’e tâbi oluşumuza bağlamıştır ve şöyle buyurmuştur:
“De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.”(Al-i İmran, 3/31)
Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Benim sünnetimi (sevip) yaşatan beni de sevmiş olur. Beni seven ise cennette benimle beraber olacaktır”(Tirmizî, “İlim”, 16.)
Hz. Peygamber(sav)’in Kuran’ı tebliğ ve açıklama görevi vardır:
Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.(Maide, 5/67)
(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur'an'ı indirdik.(Nahl, 16/44)
O’na itaat vacip kılınmıştır:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Rasûl’e itaat edin de amellerinizi iptal etmeyin.”(Muhammed, 47/33)
"Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."(Ahzab, 33/36)
Hz. Peygamber(sav)’in teşrî (kanun koyma/helal-haram kılma) yetkisi vardır:
Onlar, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(A’raf, 7/157)
"Aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kabul edip verdiğin hükme razı olmadıkça iman etmiş olmazlar."(Nisa,4/65)
Geçmişten günümüze İslam Ümmeti, Sünnet’in bağlayıcı olduğu konusunda görüş birliği halindedir. Tarihte bazı şahıs ve fırkalar Sünnet hakkında olumsuz tavır takınmıştır. Ancak bu durum, hicri üçüncü asrın sonunda nihayet bulmuş ve geriye hiçbir eser kalmamıştır. Fakat bu fitne, az sonra anlatacağımız üzere, geçtiğimiz yüzyılda batılı sömürgecilerin etkisiyle bir kez daha başkaldırmıştır.(Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yay., İstanbul, 2015, s.245)
Peygamberimiz (sav) bu tehlikeyi bizlere şu hadis-i şerifleriyle bildirmişlerdir:
Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (ra) anlatıyor: Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Haberiniz olsun, bana Kitap ve bir o kadar da (sünnet) verildi. Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: " Size bu Kur’an yeter. Onda neleri helâl bulmuşsanız onu helal biliniz. Neleri de haram bulmuşsanız onları haram addediniz, diyeceği zaman yakındır…"(Ebu Dâvud, Sünne, 6, (V,10-11); Tirmizî, İlim, 60, (V,38). )
Tarihte Sünnet’in Kur’an’dan Sonra İkinci Delil Oluşu İle İlgili Tereddüt Yaşayanlar
Rasulullah (sav)’ın vefatının ardından henüz Sahabe hayattayken bu fikirlere sapanlar olduysa da Sahabe tarafından düzeltilmişlerdir. Bu olaylardan birkaçını zikretmekte fayda görüyoruz.
Hasan-ı Basrî demiştir ki: (Ashab-ı Kiram’dan) İmran ibn-i Husayn radıyallahu anh, Hz. Peygamber'in sünnetinden bahsetmekteyken adamın biri:
- “Ey Ebü Nüceyd! Bize Kur'an'dan bahset!” demiştir. Bunun üzerine İmran:
- “Sen ve senin gibiler Kur'an'ı okuyorsunuz (değil mi?). Bana, namazdan, namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana altının, sığırın, devenin ve diğer malların zekatından bahsedebilir misin? Fakat sen yokken ben peygamberle beraberdim” diye çıkışmıştı.
Daha sonra İmran, adama Hz. Peygamber'in zekat konusundaki açıklamalarını anlattı. Adam bunun üzerine:
- “Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin!” dedi.(Hakim, el-Müstedrek, Kitabu’l-İlm/372, I/192)
Halid b. Esîd’in ailesinden bir adam Abdullah b. Ömer’e şöyle der:
- “Biz ikamette ve korku halinde kılınacak namazların Kur’an’da yer aldığını görüyoruz ancak, yolculuk halindeki namazın Kur’an’da yer aldığını göremiyoruz.” İbn-i Ömer cevaben şöyle der:
- Ey kardeşimin oğlu! Allah Hz. Muhammed’i hiçbir şey bilmediğimiz anda bize gönderdi. Biz sadece Allah Rasulü’nün yaptıkları şeyleri yapıyoruz.(Muvatta, Sehv, 153; Müstedrek, I, 158)
Efendimiz (sav)’in vefatının ardından, Ashab hayattayken yaşanmış olan bu diyaloglardan anlaşıldığı üzere o dönemde de “bize Kur’an yeter” anlayışına sahip olan bazı şahıslar türemiş ve Sahabe tarafından uyarılmalarının ardından hatalarını fark etmişlerdir ve hakikate dönmüşlerdir.
Günümüzde Sünnet Hakkında Ortaya Atılan Şüphelerin Arka Planı
Peygamber Efendimiz (sav), Müslümanların son iki asırdaki hızlı çöküşünün ve Batılılar’ın bize karşı başarı göstermelerinin sebebini on dört asır evvel bizlere şu sözleriyle anlatmışlardır:
Sevban'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Çok geçmez, yeme içme peşinde olanların sofraya birbirlerini çağırdıkları gibi, düşman milletlerin aleyhinize birleşmeleri/üşüşmeleri yakındır.” Orada bulunan bir Sahabi, “O gün sayıca az olduğumuzdan mı (bu duruma düşeriz)?” diye sorunca Rasulüllah (s.a.s.) şu cevabı verdi: “Hayır, aksine siz o gün sayıca çoksunuz. Fakat siz, selin taşıdığı köpük ve çer çöp misali olacaksınız. Allah düşmanlarınızın göğüslerinden size duyulan mehabeti (heybet, azamet, vakar, korku ve saygınlık) çıkaracak ve Allah sizin kalplerinize vehn (zafiyet) atacaktır.” Onun, “vehn” nedir, ey Allah’ın elçisi?” sualine ise Rasulüllah (s.a.s.): “Dünya sevgisi ve ölüm endişesi!” diye cevap verdi.(Ebu Davud, Melahim, 5; Ahmed b. Hanbel, V, 278.)
Kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan Batı Uygarlığı, dünya üzerindeki kötü emellerini gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engel olan İslam Medeniyeti’ni yok etmek için tarih boyunca mücadele vermiştir. Müslümanları boyunduruk altına alıp sömürgeleştirmek için de son birkaç asırdır yoğun bir mücadele vermektedirler. Haçlı Seferleri örneğinde olduğu gibi, defalarca topyekün fiili işgal girişiminde bulunmuşlar fakat kalplerinde Allah korkusundan başka korku barındırmayan Müslümanların kahir ekseriyetini boyunduruk altına almayı başaramamışlardır. Son iki asırdan beri karşılarındaki bu sarsılmaz mukavemetin sırrını araştırmaya girişmişler ve Müslümanların Kur’an ile arasındaki bağı koparmaları gerektiği sonucuna varmışlardır. Kraliçe Viktorya Dönemi’nde Britanya Parlementosu’nda konuşan İngiliz Başbakanı Gladstone’un sarf ettiği cümleler bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
1882 yılında Gladstone, Kur’anı bir eline alarak Avam Kamerasında İngiliz parlamenterlere şöyle seslenmiştir: “Bu Kur’an Müslümanların elinde oldukça, Avrupa Doğu’yu yani İslam Âlemi’ni kontrol altına alamayacaktır.”(Muhammed Kutup, Şubuhât Havle’l-İslâm, Dâru’ş-Şurûk, Beyrut, 1992 (21. baskı), s.13)
Bu amaçlarını gerçekleştirmek için yaklaşık olarak iki asırdır, çoğunluğu Hıristyan papazlar ve Yahudi hahamlardan oluşan, (“Doğu araştırmalarında uzmanlaşmış kişi” mânasında) oryantalist ya da müsteşrik olarak isimlendirilen batılı akademisyenler, İslam’ın temel kaynaklarını araştırmaya girişmişlerdir.(Yücel Bulut, DİA, ORYANTALİZM Maddesi) Kur’an’ın gerçek manalarını ve insan üstü üslup mucizesini yok edebilmek için “tarihsellik, Kur’an Fonetiği, Kur’an Semantiği, Kur’an Hermenötiği…” gibi bir takım kavramlar uydurup sürekli insanlara bunları empoze etmek suretiyle; her müslüman ferdi, yalın Kur’an ayetleriyle yüzyüze getirip, keyfi yorumlara yönlendirme projeleri üreterek İslam Dünyası’na pazarlamaktadırlar.(D. Ali Kayapınar, Saldırılar Karşısında Ebedi Mucize Kur’an-ı Kerim II. tefsir Usül ve Tarihi, Konya, 2001, s.153) Hatta bazı müsteşrikler Kur’an’ın vahy mahsulü olmadığı yalanını iddia ve ispata kalkışmışlardır. Pek çok Avrupalı Kur’an müterciminin sanki Kur’an, Hz. Peygamber’in eseriymiş gibi tercümenin başına Mahomet ismini yazmaları bunun en bariz örneğidir.( İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, TDV. Yay., Ankara, 2003, s.46-47)
Kur’an-ı Kerim’in metninde tahrifat yapmak ve Müslümanların zihninde Kur’an’ın Allah kelamı olduğu hususunda tereddütler oluşturmakta başarısız olan Batılılar, Kuran ayetlerinin manalarını eğip bükerek süfli amaçlarına hizmet edecek te’viller üretme yoluna gittiler. Fakat bu sefer de karşılarında Yüce Kitabımız’ın yanlış yorumlanmasına karşı bir zırh görevi icra eden, Kur’an’dan sonra İslam’ın ikinci temel kaynağı olan Hz. Peygamber (sav)’in Sahih Sünneti’ni buldular. Böylece Sünnet, müsteşriklerin en büyük hedefi haline gelmiştir. Sünnet’in Müslümanlar’ın gönlündeki kutsiyetini zedelemek ve dinde delil oluşunu yok etmek için birçok şüpheler üretmişlerdir.(Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yay., İstanbul, 2015, s.16)
Maide Suresi 41. Ayeti onların halini bizlere şu şekilde anlatmaktadır:
“Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla "İnandık" diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: "Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının."…”(Maide Suresi, 5/41.)
Geçen asırda Batı’nın sömürgesine maruz kalan Müslüman Coğrafya’da maalesef oryantalistlerin bu fikirlerini sahiplenenler çıkmıştır.
Sünneti inkar eden bu şahısları şu şekilde tasnif etmek mümkündür:
1-İnançsız olup, İslam’ı yıkmak gayesiyle Müslüman görünenler. Sünnetin ortadan kalmasıyla Kur’an’ı anlaşılmaz hale getirmek ve mânasını tahrif niyeti taşıyanlar
2-Küfrünü açıkça ilan edip maskelerini indirenler
3-İnançlı ancak aldatılmış kimseler. Bu üçüncü grup dini koruduklarını zannederek iyi niyetlerinden söylenenleri alırlar. Bunların sahih ve güçlü görüşler olduğuna inanarak insanları davet buna ederler. Müslümanlara en fazla zarar verenler de bunlardır.(M. Salih Ekinci, a.g.e., s.254-255)
Unutulmamalıdır ki: “Akıllı düşman cahil dosttan yeğdir.”
Efendimiz (as.)’in sahih sünneti, dinimizin koruyucusudur. Hem Rabbimizden, hem Nebi (sav)sinden aldığımız emirler nedeniyle sünnete sımsıkı sarılmamız gerekmektedir. Müslümanlar olarak bu çirkin saldırılara kayıtsız kalamayız. Kur’an ve Sünnet yoluna ömrünü adamış nice alimlerimiz, sadece isimlerini altın harflerle tarihe yazdırmakla kalmamışlar, te’lif ettikleri kütüphaneler dolusu kitapları da bize miras bırakarak yolumuzu aydınlatmışlardır. Ömrünü Hz. Peygamber (sav)’in sünnetini tedvin, tahkik ve tahric etmekle geçiren hadis âlimlerimiz (muhaddisler), İslam düşmanlarının havsalasının kaldırmayacağı sağlamlıkta bir metodolojiyi bizlere armağan etmişlerdir.
Kadim Alimlerimiz tarafından, Sünnetin korunması, hadislerin içine Hz. Peygamber (as)’a ait olmayan uydurma sözlerin karışmaması ve hadislerin -amel edilebilirlik derecelerini belirlemek amacıyla- sahih, hasen, zayıf vs. kısımlara ayrılması için, Hadis Usulü dediğimiz başlı başına bir ilim dalı ortaya konulmuştur. Hadislerin yazıya geçirilip tedvin edilmesine kadar yaşamış bulunan hadis râvilerinin tek tek hayatlarının incelendiği, doğum ve vefat tarihlerinin kayıt altına alındığı, yaşadıkları bölgenin tescillendiği ve hatta -güvenilirliklerinin bilinmesi açısından- karakterlerinin mercek altına alındığı Rical Kitapları kaleme alınmıştır.
Batılı müsteşrikler İslam Ulemasının bu gayretlerinden ve ortaya koydukları eşsiz üründen elbette haberdardır. Hatta o güne kadar sayılamayacak kadar çok sayıda olup, İznik Konsili’nde dörde kadar indirmeye muvaffak oldukları ellerindeki kutsal saydıkları muharref İncil metinlerinin Hadis Usulü gibi bir metodoloji süzgecinden geçerek ortaya konulmuş olması için kimbilir nelerini vermezlerdi. Fakat ellerindekinin kusurunu hiç gün yüzüne çıkarmayıp, hayranlıkla inceledikleri Müslümanlar’ın ilim ve kültür sermayesine, Allah’ın yardımıyla korunmuş olan Kur’an ve Sünnet’ine “çamur at izi kalsın” mantığıyla iftiralar yağdırmaktadırlar. Hayranlıktan kafasını Batı’dan başka bir yöne çeviremediğinden boynu tutulmuş, bu yüzden etrafına bakıp hakikatleri görme nimetinden mahrum kalmış olan, içimizdeki bazı aydınlar da sadece onların işaret ettikleri yönü görebiliyor ve maalesef onların iftiralarını hakikat zannederek propagandasını yapıyorlar.
Rabbim iyi niyetle Batı’nın tuzaklarına düşen kardeşlerimizin gözünü açsın. Gençliğimizi bu tür saplantılardan uzak eylesin. Bizleri de Kur’an ve Sünnet yolundan ayırmasın. Cumanız mübarek olsun…
Ramazan DEMİREL
Kdz. Ereğli İlçe Müftülüğü Şube Müdürü
Haber : Değişim Haber Merkezi
ETİKETLER : Yazdır