Dünya ve ahiret dengesi
İslâm dininde ölüm sonrası hayata inanç diğer dinlerle mukayese edilemeyecek kadar kuvvetlidir. Müslümanların en önemli ilkelerinden biri ahiret hayatının varlığını kabul etmektir. Şöyle ki şayet bir kimse âhiret hayatına inanmıyorsa bu kimse Müslüman olarak kabul edilmemektedir. Özellikle âhiret kelimesini kullanıyoruz çünkü günümüzde Kur'an-ı Kerim'de reenkarnasyonun olduğunu iddia eden kişiler bulunmaktadır. Bu kişilerin iddialarının lafügüzaftan başka bir şey olmadığını söylememiz gerekir. Çünkü âhiret hayatı ile kastedilen şu an yaşadığımız fani dünya hayatının son bulmasıyla ebedi olarak devam edecek olan bir hayatın başlaması kastedilmektedir.
Evet şu an yaşamış olduğumuz dünya hayatı mutlaka bir gün son bulacak ve ebedi âlem olan âhiret hayatına hepimiz intikal edeceğiz. Peki bu iki hayat arasındaki dengeyi nasıl anlamamız ve sağlamamız gerekiyor? Bu dünya fani olduğuna göre devamlı surette ebedi olacak olan ahirete mi çalışmamız lazım? Yoksa zaten ahireti kazanmak zor bu dünyada istediğimiz gibi eğlenip vakit geçirelim mi demeliyiz? Elbette ki bu soruların cevaplarından birinin sırf bu dünyaya çalışalım olması beklenemez. Aklıselim sahibi her bir birey sırf bu dünyaya çalışmanın ne kadar anlamsız ve boş olduğunu bilmesi için fazla düşünmesine gerek yoktur. Hatta her insan hiç düşünmeden dahi sadece bu dünyaya çalışmanın kendisine gram faydası olmadığını bilmektedir. Fakat gelin görün ki bu hakikati idrak edenlerin sayısı ne kadar azdır.
Sadece bu dünyaya çalışamadığımıza göre o halde devamlı surette âhiret için mi çabalamalıyız? Bu sorunun cevabı da gayet açık ve nettir ki insanın sırf âhirete kendisini vermesi mümkün gözükmemektedir. Çünkü insan denen varlık etten-kemikten ve ruhtan oluşmaktadır. Bu bedeni hayatta tutabilmesi için gıdalanmaya ihtiyacı vardır. Gıda temini için ise çalışmaya ihtiyacı vardır. Kişini ruhunu da hayatta tutabilmesi için medeni ilişkilere ihtiyacı vardır. Sosyal ilişkileri olmayanların zamanla psikolojik problemleri ortaya çıkmaktadır. O yüzden insanın bu dünyada çalışması ve medeni ilişkilerde bulunması zorunludur.
Peki sonuç olarak bu hususta ne yapmamız gereklidir. Bunun cevabını ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden öğrenmekteyiz. Mesela Kasas suresinde Mevlamız “Allah’ın sana verdiği servet ile ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma; Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et.” (Kasas, 28/77) Bakara suresinde ise “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, “Rabbimiz! Bize (nasibimizi) dünyada ver.” derler; böyle kimseler için ahirette bir nasip yoktur. Onlardan öyle kimseler de vardır ki, 'Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, Ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından muhafaza eyle.' derler.” (Bakara, 2/200-202) Aynı şekilde doğrudan konumuzu aydınlatacak bir de hadisi şerif zikredecek olursak; “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201) Saymış olduğumuz ayeti kerime ve hadisi şeriflerde görüleceği üzere dünya ve ahiret dengemizin nasıl olması gerektiğini görmekteyiz.
Bu ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden anladığımız kadarıyla yaptığımız işlerin dünya için olsun, ahiret için olsun ciddiyetle ele alınması gerektiğine işaret etmektedir. Hiç ölmeyecek gibi çalışan insan yapacağı işlerin ileride seneler boyu insanlığa ve kendine faydalı olabilmesi için sağlam ve dürüst bir şekilde çalışır. Yarın öleceğini düşünerek çalışan insan ise bütün dünyevi işlerini unutur ve samimi ve ciddi bir şekilde ahireti yönelir. Bu yönüyle Müslüman bir bireyin dünya ve ahiret dengesi her iki tarafı özenerek yaşaması gereken bir portre çizmektedir. Son olarak bizlerin yani ümmet-i Muhammed’in orta bir ümmet olduğumuzu her türlü aşırılıklardan beri olduğumuzu zihnimizden hiçbir zaman çıkarmamız gereklidir.
Feyzullah ARAN
Kdz. Ereğli İlçe Müftülüğü Vaizi
Haber : Değişim Haber Merkezi
Çok Okunanlar
» Henüz BUGÜN Haber Görünmüyor